14 Eyl 2013

CİVAN İLE HASAN'IN HİKAYESİ

Kiaplarımı  dergilerimi  silip kolilere  yerleştirmem günlerce sürdü. Taşınma sürecinde  beni  en  çok  zorlayan iş  bu. Nerdeyse  bir  kütüphane dolusu  kitap, dergi… Bir  yandan tozlarını  aldım, bir  yandan  bastım  küfürü : “Alanın da  okuyanın  da  falanın da  filanın da…”  Yahu  şu  kitaplara  verdiğim paraları bir  kenara  koysam  en azından sıfır  bir araba çekerdim  altıma. Okuma tutkusu  bambaşka  o ayrı  mesele, ustalar  bir yana da  uyduruktan  kitaplar  geçince  elime,  daha  okkalı  sıralıyordum  küfürleri.
            Hazırlıklar  bitti,  gün  geldi  ve  taşındık  yeni evimize. Dün   akşama  kadar  sürdü  taşınma  işi. Şu anda  konuttan  ziyade  bir  otele  benzeyen  Antakya’nın  ilk  ve  tek  rezidansını  manzara  belleyerek yazıyorum  yazımı. Balkonumuzun  parelelinde  ilkin rezidans uzanıyor  çünkü.
            Dün  taşınırken tanıştım  onlarla: Civan  ile  Hasan. İki genç  delikanlı, iki  kardeş. Suriyeliler, taşıma  şirketinde  çalışıyorlar. Babaları  da  var  yanlarında. Efendi, eli  yüzü  düzgün  gençler. Ne  ben  Arapça  biliyorum, ne  onlar  Türkçe… Çat  pat, jest  mimik, kulaktan  dolma  birkaç  söz  anlaşmaya  çalışıyoruz. Hasan 15  yaşlarında, liseye  gidiyormuş  ülkesi  kana  bulanmadan evvel. Civan  üniversite  birinci  sınıftaymış, fakat  bir türlü  hangi  bölümde  okuduğunu  anlayamadım.
            Mahçup, güleryüzlü, edep  görgü  bilen  insanlar. Sabahtan  akşama kadar  uğraştılar  eşyaları  taşımak  için. Babaları  yaşlı, ona  hafif  parçaları  bırakıp  kendileri  korkunç  yüklerin altına giriyorlar. Kitap  kolilerini ikişer  üçer  sırtlıyorlar. Ben  içimden  basıyorum  küfürü  “kitabının da…”. Paramparça  olmanın, sürülmenin, hayalleri  ve  umutları  ertelemenin  hikayesi  aslında. Ben  de  bu  durumda  olabilirdim  diye  düşünüyorum  ister  istemez. Uzakta, yabancı  bir  ülkenin  yabancı  ikliminde  ekmek  derdine  düşebilirdim. Ayıbı, günahı  yok. Onlar  gibi  güleryüzlü  olabilir  miydim , o  ayrı  mesele.

            Yedek  bilgisayarımı  veriyorum  Civan  ile  Hasan’a. Filimlerdeki  gibi  bağırarak  anlatmaya  çalışıyorum  derdimi. Sanki sesimi  yükseltince  sözcükler  Arapçaya  dönüşecek. Eşim  uyarıyor. Şaşırıyorlar, inanamıyorlar  ilkin. Acının, yıkımın  ve  vahşetin  cephesini  gördükleri  için  şaşırıyorlar  inceliklere. Sonra  güller  açıyor  yüzlerinde. Teşekkür  ediyorlar, dua  ediyorlar  Arapça. Evleri  için (artık nerede  kalıyorlarsa) eşya  da  veriyoruz. Davranışlarımızla  yüreklendirmeye çalışıyoruz  onları. “Her  şeye  rağmen” demek  istiyoruz. Her şeye  rağmen yaşamaya, sevmeye  ve  umut  etmeye  değer  hayat. Çağa  düşmüş  bu  gencecik  iki  Atlas  umarım  mutlu  bir geleceğe  doğru yol  alır.


MURATHAN ÇARBOĞA  
15.09.2013

Hiç yorum yok: