Kiaplarımı
dergilerimi silip kolilere yerleştirmem günlerce sürdü. Taşınma
sürecinde beni en çok
zorlayan iş bu. Nerdeyse
bir kütüphane dolusu kitap, dergi… Bir yandan tozlarını aldım, bir
yandan bastım küfürü : “Alanın da okuyanın
da falanın da filanın da…”
Yahu şu kitaplara
verdiğim paraları bir kenara koysam
en azından sıfır bir araba
çekerdim altıma. Okuma tutkusu bambaşka
o ayrı mesele, ustalar bir yana da
uyduruktan kitaplar geçince
elime, daha okkalı
sıralıyordum küfürleri.
Hazırlıklar bitti,
gün geldi ve
taşındık yeni evimize. Dün akşama
kadar sürdü taşınma
işi. Şu anda konuttan ziyade
bir otele benzeyen
Antakya’nın ilk ve
tek rezidansını manzara
belleyerek yazıyorum yazımı.
Balkonumuzun parelelinde ilkin rezidans uzanıyor çünkü.
Dün taşınırken tanıştım onlarla: Civan ile
Hasan. İki genç delikanlı,
iki kardeş. Suriyeliler, taşıma şirketinde
çalışıyorlar. Babaları da var
yanlarında. Efendi, eli yüzü düzgün
gençler. Ne ben Arapça
biliyorum, ne onlar Türkçe… Çat
pat, jest mimik, kulaktan dolma
birkaç söz anlaşmaya
çalışıyoruz. Hasan 15 yaşlarında,
liseye gidiyormuş ülkesi
kana bulanmadan evvel. Civan üniversite
birinci sınıftaymış, fakat bir türlü
hangi bölümde okuduğunu
anlayamadım.
Mahçup,
güleryüzlü, edep görgü bilen
insanlar. Sabahtan akşama
kadar uğraştılar eşyaları
taşımak için. Babaları yaşlı, ona
hafif parçaları bırakıp
kendileri korkunç yüklerin altına giriyorlar. Kitap kolilerini ikişer üçer
sırtlıyorlar. Ben içimden basıyorum
küfürü “kitabının da…”. Paramparça olmanın, sürülmenin, hayalleri ve umutları ertelemenin
hikayesi aslında. Ben de bu durumda
olabilirdim diye düşünüyorum
ister istemez. Uzakta,
yabancı bir ülkenin
yabancı ikliminde ekmek
derdine düşebilirdim. Ayıbı,
günahı yok. Onlar gibi
güleryüzlü olabilir miydim , o
ayrı mesele.
Yedek bilgisayarımı
veriyorum Civan ile
Hasan’a. Filimlerdeki gibi bağırarak
anlatmaya çalışıyorum derdimi. Sanki sesimi yükseltince
sözcükler Arapçaya dönüşecek. Eşim uyarıyor. Şaşırıyorlar, inanamıyorlar ilkin. Acının, yıkımın ve
vahşetin cephesini gördükleri
için şaşırıyorlar inceliklere. Sonra güller
açıyor yüzlerinde. Teşekkür ediyorlar, dua ediyorlar
Arapça. Evleri için (artık nerede kalıyorlarsa) eşya da
veriyoruz. Davranışlarımızla
yüreklendirmeye çalışıyoruz
onları. “Her şeye rağmen” demek
istiyoruz. Her şeye rağmen
yaşamaya, sevmeye ve umut
etmeye değer hayat. Çağa
düşmüş bu gencecik
iki Atlas umarım
mutlu bir geleceğe doğru yol
alır.
MURATHAN ÇARBOĞA
15.09.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder