dinmeyen bir akşamdır
özleyen
çocuk.
Kapıyı çalan
her mevsim, rüzgarını bırakır
ellerimizde. Yüzümüzden
geçer günlerin soluğu.
Pencerenin yanı başında
bir nar çatlar, yağmur kokusu
gelir denize değmiş
uzaklardan. Bahçede gülüşü bir
güz çiçeği gibi
açan kız çocuğu,
kurumuş ağustos böceği
kabukları bulur dallarda
birden. Şarkılarıyla çoktan uçup
gitmiş ağustos böcekleri…Ve
hüzün yapışır küçük
kızın dudaklarına. Özlemek,
küstüm çiçeği gibi
boyun büken
kız çocuğunun gülüşünü
aramaktır dökülen yapraklar
arasında. Kapı eşiğine çöküp
babayı bekleyen kara
gözlü, kirpi saçlı bir oğlanın
yüreğinde yemlenen serçelerin
pırpırıdır belki özlemek. Erkenci her
annenin geride bıraktığı
devasa boşluktur.
Özlemeyi en
çok çocuklar bilir . Çocuklar için
korkunç bir duygudur
özlemek. Bütün benliklerini gözlerinde
toplayarak baktıklarında görebilirsiniz birer
birer yıkılan kumdan
kaleleri. Hayat anlayışları
domino taşlarının birbirine
dayanan yazgısı gibidir. Dünyalarından bir
şeyler eksildiğinde art arda
yıkılır her şey. Onlar için sonsuz
bir boşlukta kaybolmak
gibidir yitirilen her
değer. Yokluk derin yaralar
açar çocukların yüreğinde.
Büyüdükçe kapanmaz bu
yaralar; çünkü hasret hiç
bitmez. Zaman alıp başını
giderken uzaklara, geride
tarumar bir bahçe
bırakır. Büyüdükçe katmerlenir hasretler. Ayrılıklar çoğalır,
çoğalır biteviye.
Zaman rahat
bırakmaz insanı. Yılların şekillendirdiği birer
yontuyuz aslında hepimiz. Gençlikte kalan
siluetimiz biz miyiz
gerçekten? Ya o zamanki
karakterimiz, beğenilerimiz, heyecanlarımız? Çocukluk ne
uzak ülkedir! Yıllar öncesinde, fotoğraflarda donup
kalmış o çocuk
gerçekten biz miyiz? Kirlendikçe, hayatın
hoyrat izlerini gün be gün
giyindikçe geçmişine yabancılaşıyor insan. Bunalıp kendi
içimize eğildiğimiz anlarda
nasıl da özleriz
çocukluğumuzu. Kirlenmemiş
kalbimizi özleriz aslında. Kaybettiğimiz sevdiklerimizi özleriz. Ufacık bahanelerle
ağız dolusu gülmeyi
ve şeytan uçurtmalarının peşinde
koşarak gökyüzünü kucaklamayı özleriz.
Derme çatma
bir evde, teneke sobanın
kenarına kıvrılıp uyumayı
özler bazen insan. Çinko
çatıda tıngırdayan yağmuru
seyrederek hayal kurmayı
özler. İmkanların, lüksün ortasında
bunalıp da kalabalıklar
içinde yalnız kalınca,
çocukluğa mekan olmuş yoksunluğu özler. Toprak
kokusu tüter birden,
siz beton bloklar
arasında kaybolmuşken.
Küçük, sıradan hayatlara dair
bir tat, bir
koku diriliverir. Fırından
yeni çıkmış yavan
bir ekmek buğu
buğu tüter, dalından koparılmış
bir erik tadı
yayılır damağınıza. Kösele kokusuyla
uyanmanın özlemini duyarsınız,
başucunuzda bayramlık ayakkabılarınız… Bez
bebeğinizin söküklerini diken
anneniz gelir aklınıza. Babanızın cebinden
çıkan bir avuç leblebinin kalbinize
sunduğu tarifsiz mutluluk
sarar benliğinizi. Kaçmayı özlersiniz, geçmişinize ya da hayallerinize
kaçmayı…
Gün gelir
yazgıları ayrı yollara
bağlanan dostlar gider
önce. Uzaklaşanların ardından
sallanan eller zamanı
çekip çevirmeye çalışır
sanki. Hıçkırıklar yutulur,
ertelenmiş bir umut
gelip yerleşir dudakların
kenarına. Ah, nasıl da gözden
kaçırırız, ömür yolculuktur aslında. Tesadüflerin, tercihlerin,
kırgınlıkların rota çizdiği
bir yolculuk. Feride’nin ücra
diyarlarda Çalıkuşu’na dönüşen
macerası, kırgın bir
yüreğin sonucudur. Yıkılmış
bir ruh haliyle
tercihini Arabistan’daki küçük
bir memuriyetten yana
kullanır Mai ve
Siyah’ın Ahmet Cemil’i. Orhan Kemal’in
Nazım Hikmet’le aynı
mahpushaneye düşmesi tesadüflerin
hükmüyle gerçekleşir. Hepsi de
ince ince işleyen
bir kalp ağrısı çeker gibi
özleyerek yaşamaya çalışır.
Zaman rahat
bırakmaz insanı. Her şey
uçup gider, yalnızca
sesler kalır geriye. Duvarlara, koltuklara, bardakta yarım
kalan suya sinmiş
sesler… Sesler ölümsüzlüğün
sırrıyla ahraz; çığlık
çığlığa, acının figürüne dönüşerek
sonsuza kadar dolanır
ortalıkta. Yaşantımıza
tanıklık etmiş her
mekanda seslerin izi
vardır. Seslerimizi, sıcaklığımızı, kokumuzu, kırgınlıklarımızı ve
sevinçlerimizi dökeriz yaşadığımız
her ortama. Eksilmektir aslında
bu. Bizden geriye
kalan sesler yaşamaya
devam eder milyarlarca
yılın biriktirdiği devasa
sesler korosunda. Öldükten sonra
da mırıldanmaya devam
eder anımız.
Derken, yitmiş bir aşkı anımsar insan , nüksede nüksede boşluğu büyümüş bir aşkı... Yaşanmışlıklar su yüzüne çıkıverir. Unutmak istedikçe her köşeden azad olur ürkek anılar. İşte, yan yana oturup dostça bir muhabbete daldığınız kanepe, yerde iki hüzünlü kedicik gibi uyuklayan ponponlu terlikler… Kahkahalar uçuşup duvarlara konmuştur mevsim kelebekleri gibi, hala kıpırdanır kanatları. Acılar, korkular paylaşıldıkça dökülen göz yaşları damladıkları yerde ürperir için için. Kapı kollarında ellerin sıcaklığı kıvrılıp bekler ilk günkü canlılığıyla. Öfke anında söylenmiş birkaç cümle, utanç içinde saklanır köşelerde. Keyifle çalınan bir ıslık, neşeyle söylenmiş bir şarkı… Sözcükler ve ezgiler sarmaş dolaş salınır tavanda. İnsan hayatına dahil olmuş her nesneyle, her eşyayla özler. İnsan korkularla özler; umutlarla, ertelenmiş sevinçlerle özler.
Hasretleri telafi
edemeyecek kadar kısadır
hayat. Pişmanlıkları, ertelenmiş
yaşantıları, kaybolan
fırsatları geri döndüremeyecek kadar
mecalsiz… Ne kadar kısadır
ömür? Sevdiğiniz, her şeyden
sakındığınız yakınlarınız bir
gün kayıp gidiveririr
ellerinizden. Sonu gelmeyecek
bir döngüdür ayrılık. Ölüm
gelir dayanır kapılarınıza. Hayatta kalana
özlemek kalır. Geride
kalana acılar ve
hasret…
Kapıyı çalan
her mevsim, rayihasını bırakır
tenimizde. Kalbimizde başlar günlerin
türküsü. Pencerenin yanı
başında bir çiçek
tomurcuklanır, papatya kokuları
gelir renge kesmiş
uzaklardan. Bahçede gülüşü bahar gibi göveren
bir kız çocuğu, gökyüzünü bulur
zerdali dallarında birden. Çocuklar gülsün
diye toprağa inmiş
gökyüzünü… Ve sevinç yapışır
küçük kızın dudaklarına. Özlemek, sarmaşıklar
gibi dört bir
yana neşe salan küçük
kızın küsüp de
boyun büken güzelliğini
aramaktır dökülen ışıklar
arasında. Kapı eşiğinden atlayıp
babaya koşan kara
gözlü, kirpi saçlı
oğlanın yüreğinde durulan
duygudur belki özlemek. Hasretten
kaçış yok, yağmur baloncukları
gibi göz açıp
kapayıncaya kadar sönen
her anı güzel
yaşamak ve özleyeceksek
de güzel özlemektir
önemli olan. Güzel ve
insanca özlemek…
MURATHAN ÇARBOĞA -2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder